23 Ocak 2011 Pazar

Biraz da hüzün...

Ben keçe yapmayı öğrenmeye geleneksel el sanatları ustalarının yakınmalarından etkilenerek başladım. Ustalar hep "müşteri gelmiyor, çırak yetişmiyor" diye yakınırlardı. Ben de geleneksel el sanatlarının günün koşullarına, piyasanın taleplerine göre yeniden düzenlenmesi düşüncesindeydim. Evet, bu düşünceleri hala taşıyorum. Ancak geleneksel el sanatlarımızın hızla yok olmaya başlamalarının nedenlerinden biri ustaların piyasa koşullarına ayak uyduramamaları. Ama bir diğer neden-ve asıl üzücü olan- kurumlarımızın bu el sanatlarımızı sahiplenmemeleri, güncelleştirmeye çalışmamaları. Keçe yapmaya başladığım 9-10 yıldan beri bunu birçok kez gözledim. Birçok kez benim de başıma geldi. Örneğin bulunduğum şehirde güzel sanatlar fakülteleri olan üniversitelere "ilgilenen öğrencileri toplayıp, istedikleri zaman beni çağırmalarını, bu yok olan el sanatımızı onlara öğretmek istediğimi, hiçbir karşılık beklemediğimi, sadece onların yaşamlarının herhangi bir gününde keçenin nasıl yapıldığına ilişkin bir bilgilerinin olması için uğraştığımı" söylediğimde kimisinden; yıl sonuna doğru öğrenci festivallerinde programlarına alacaklarını not ettikleri yanıtını aldım. Kimi fakülte sekreteri ise bir süre sonra beni cevaben arayıp, -özel bir üniversitede hiçbir karşılık beklemeden yapacağım bu workshop için- yazılı olarak müracaat etmem gerektiğini söyledi. Batıda üniversitelerin ustaları bando-mızıkayla çağırdığını, benim karşılıksız olarak vereceğim bu workshop için neden yazılı müracaat etmem gerektiğini anlamadığımı, eğer yazılı müracaat gerekiyorsa onların bana yapmalarının daha uygun olacağını söylediğimde; prosedürlerinin böyle olduğundan bahsettiler. Herhangi bir sanat yarışmasına keçe bir tabloyla katılsam başıma ne geleceğini biliyorum. Yağlı boya, sulu boya, heykel ya da seramik bir yapıtınızla-hatta bir eklibris yapıp- katılırsanız, sizi kapılarda karşılarlar. Ama yünü keçeleştirir de bir tablo yapmaya kalkarsanız size -tek kaş havada- "bu bir geleneksel el sanatıdır, güzel sanat değil" derler.

Burada sizlere ulu önder ATATÜRK'ün "Selim Sırrı'nın oynadığı zeybek karşısındaki tepkisini anımsatmak istiyorum.

Bu blogdan gezinmeye vaktiniz varsa, keçeden yaptığım masklar ve figürlerden örnekler bulacaksınız. Bunların benim keşfim olmadığını itiraf etmeliyim. Keçe ile ilgili yabancı web sitelerindeki örneklerden esinlendim. Yani elalem keçeden heykel bile yapıyor. Ama gelin de siz yapın....

KEÇE İLE İLGİLİ BİR TARİHÇE

KEÇE YOK OLMAK ÜZERE OLAN GELENEKSEL EL SANATLARIMIZDAN BİRİDİR. KEÇENİN DÜNYADA İLK OLARAK TÜRKLER TARAFINDAN YAPILDIĞI VE GÜNLÜK YAŞAMIN BİRÇOK ALANINDA KULLANILDIĞI ARKEOLOJİK BULUNTULARLA KANITLANMIŞTIR. ÖRNEĞİN ALTAY DAĞLARININ DOĞU KESİMİNDEKİ PAZIRIK KURGANLARINDA YAPILAN KAZILARDA MİLATTAN ÖNCE 6 VE 4. YÜZYIL ARASI DÖNEME TARİHLENEN İSKİT-SAKA TÜRKLERİNE AİT ÖNEMLİ KISMI KEÇEDEN YAPILMIŞ ESERLER SAN PETERSBURG'DAKİ "HERMITAGE" MÜZESİNDE SERGİLENMEKTEDİR. KEÇE İLE İLGİLİ RİVAYETLER BİR YANA BİLİMSEL GERÇEKLER KEÇENİN İLK GÖÇER TOPLUMLARDAN BİRİ OLAN TÜRKLER TARAFINDAN DÜNYAYA TANITILDIĞINI KANITLAMAKTADIR. HALEN DE KEÇE; ORTA ASYA TÜRK TOPLULUKLARI ARASINDA YAYGIN OLARAK ÜRETİLMEKTE VE KULLANILMAKTADIR.

KEÇENİN ÇOK ESKİ BİR TARİHE DAYANMASI NEDENİYLE İLK KEZ KİMİN TARAFINDAN YAPILDIĞINA İLİŞKİN KANITLANMIŞ BİR BİLGİ BULUNMAMAKTADIR. ANCAK KEÇENİN BULUNUŞU İLE İLGİLİ OLARAK NUH PEYGAMBER, SÜMER SAVAŞ KAHRAMANI "LAGAŞ'LI URNAMMAN", ST.CLEMENT VE ST.CHRISTOPHER, EBU SAİD LİBABİD'İN OLDUĞU BİRÇOK EFSANE MEVCUTTUR. BU RİVAYETLER SADECE KEÇENİN İNSANLIK TARİHİNDEKİ ESKİ VE ÖNEMLİ YERİNİ KANITLAMAKTADIR.